25 Mayıs 2009 Pazartesi

Boşver

Stephan’ın büyükbabası 55 yıl önce 5 ağaç dikti. Dünyadaki en yaşlı ağacı, köknarı, kuzeye ekti; mutlulukları daim olsun diye, köknar dört mevsim yeşildir. Sert gövdeli meşeyi güneye ekti; kökleri kaybolmasın diye, meşenin kökleri en derinlere gidendir. Baharda ilk yeşeren salkım söğüdü doğuya ekti; kibirli olmasınlar diye, salkım söğüt her yaşta eğilir. Yas tutanların gölgeliği selviyi batıya ekti; erken göçenlerin kederi üzerlerine çökmesin diye, selvi uzun ömürlüdür. Sonunda hepsinin ortasına heybetli çınarı dikti; hiçbir şer birliklerini ve dirliklerini bozmaya muktedir olamasın diye, ulu çınar asla yıkılmayandır.

Ağaçlar yeterince büyüdüğünde bir ev yaptı, onları da içeri aldı. Ev, kolon niyetine ağaçlara tutunuyor, ağaçlar da evin içinde yaşıyordu. Salonun orta yerinde geniş gövdesiyle koca çınarı görenler hayran kalıyordu. Evin hanımı dışında herkes memnundu her odada bir ağaç gövdesiyle yaşamaktan. Ancak akan reçineler, kabuklara yuva yapmayı seven karıncalar, irileşmeye devam eden gövdelerin zaman zaman zemini çatlatması Bayan Eliza’yı çılgına çeviriyordu.

Yıllar böylece akıp giderken, Stephan bir gün bir kadınla geldi büyüdüğü eve. Hedera’nın gözleri güzeldi, çok güzeldi, ama bakışları hiçbir şey anlatmazdı. Gerekmedikçe konuşmaz, neredeyse hiç gülümsemezdi. Tek yaptığı, ince bedeninde taşıdığı zerafetle ortalıkta süzülmekti. Günün ve gecenin herhangi bir saatinde, evin herhangi bir yerinde onunla karşılaşabilirdiniz, aniden ve uğursuz, kedi adımlarıyla yürürken ve pencerlerden birinin önünde dikilirken. Uyumazdı Hedera, hemen hemen hiç.

Stephan’ın biriciği, Hedera’sı, onu çok kıskanırdı. Herkesten değil, herşeyden. Evi arşınlayıp durduğu uzun saatlerde, Stephan’ı paylaşmak istemediği düşmanını aradı durdu. Nihayet Hedera bahçeye arsız sarmaşığı ekti; güçlü ve dimdik olanları zehriyle çürütsün diye, Hedera oturduğu yere sımsıkı sarılan demektir.

Ağaçlar, bu budadıkça filizlenen, köklerine boşaltılan zehirli ilaçlara bana mısın demeyen sarmaşığa uzun yıllar dayandı. Çok, çok uzun yıllar. Hedera, yaptığının neticesini almaya ömrünün vefa etmeyeceğini anlayınca, bir gece evden ayrıldı. Peşinden de Stephan. Birkaç yıl sonra, Stephan’ın ölüm döşeğindeki büyükbabası evi yıktırmaya ve ağaçları kesmeye karar verdi. O da onlarla beraber ölüyor, kendi bedeni de onlarla beraber işe yaramaz hale geliyordu çünkü. Ağaç bedenlerini kurtarmak istedi. Kurtardı da. Beş koca ağacın beş koca gövdesinden yüzlerce kalem yaptılar. Memleketin her yerine dağıldı ağaçlar. Evin yerinde Stephan’ın büyükbabasına ait bir mezar var şimdi. Başında da bir gürgen. Gürgen, kabuğundan tabut yapılandır.

Hikayenin burasında durdu, çayından bir yudum aldı yaşlı adam. İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarından birinde, güdük masalar ve taburelerden oluşan basit bir çay bahçesinde, kalabalık yüzünden masamızı paylaşıyorduk. Gök yakutlar gibi ışıl ışıl mavi gözleri vardı. Her an ağlamaya hazır bakışlarıyla mükemmel bir uyum içinde olan hazin tebessümü insanın iliklerine işliyordu. Gözümü kırpmadan ve dünyadaki bütün fani seslere kulaklarımı tıkayarak dinliyordum onu. Devam etti:

Senin gözlerin de Hedera’nınkiler gibi. Onun gözleri bomboştu tabii, anlamsız, korkuturdu herkesi. Senin her bakışında bir mana var. Öyle olmasa, seni Hedera’ya çok benzetebilirdim. – Cebinden bir avuç kurşun kalem çıkardı – Bunları topluyorum her gittiğim yerden. Birini de sen al. Onunla birşeyler yaz. Hedera’yı yaz e mi? Ama sen Hedera olma, çünkü o bir sarmaşıktı.

Donup kalmıştım öylece. Ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Mekanik hareketlerle aldım yaşlı adamın verdiği kurşun kalemi. Ve hemen uzaklaşmak istedim oradan. Aynı zamanda da sonsuza kadar kalmak. Hava kararmıştı. Arkadaşımla barda buluşacağıma dair verdiğim söz geldi aklıma. İstemeye istemeye kalktım. “Adını bile bilmiyorum senin” dedi yaşlı adam. Adımı öğrenmek için söylememişti bunu, durumun özetiydi söylediği, bir beyan sadece. “Ben sizinkini biliyorum Bay Stephan” dedim. Güdük masaya içtiğim çayların parasını bırakırken, yaşlı adamın tebessümü, yüzünde yeni hüzün kıvrımları yaratarak genişledi. Gök mavisi gözlerinden iri bir tomurcuk düştü.

Beni bekleyen arkadaşımın yanına gittim. En büyük bardakta söylediği birasını yarılamıştı, çoktandır oradaydı demek. Beni görünce gülümsedi, ayağa kalkıp sarıldı. Karşısına otururken, “Biliyor musun ben sadece bir otum” dedim. Komik buldu söylediğimi, güldü ve merakla sordu, “Ne? Nereden çıktı şimdi bu Allahaşkına?”. Kısa bir duraklamanın ardından, "Sonra kalem almaya gider miyiz?" diye sordum. Küçük bir kahkaha attı, kaşları havaya kalkmıştı şaşkınlıktan. "Gideriz herhalde, ne oluyor sana yahu?" Sonra ben de güldüm, “Boşver" dedim, "Hadi içelim”.

2 yorum:

İnci Vardar dedi ki...

bu çok şahane bir hikaye olmamış mı sence de? bütün ağaç anlamları ve tanımlarıyla, hikaye örgüsüyle falan... çok beğendim.

Aslı Soylu dedi ki...

bi daha uyumayacağım, yeter be. teşekkür ederim güzel sözlerin için.. sevindim çok.